İmamların Yeni İnteraktif buluşma Noktası Burası
  İSLAM İLMİHALİ
 

Alay Etmek

Dinimiz bütün Müslümanları kardeş yapmış, kardeşliğe yakışmayan, kardeşler arasını açacak olan her türlü söz ve davranışı da yasaklamıştır.

Bu sebeple dinimiz, bir kimse ile alay etmenin, onu incitecek söz söylemenin, kötü ad takmanın büyük günah olduğunu bildirmiş ve bundan sakınılmasını emretmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

"Ey Mü'minler, bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın, İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir, Kim de tövbe etmez ise, böylesi kimseler zalimlerdir."Hucurat:11

Peygamberimiz de:
"Birbirinize haset etmeyiniz. Alış verişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birbirinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız. Allah'ın kulları kardeş olunuz. Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz." buyurmuş, sonra da üç defa göğsüne işaret ederek:

"Takvâ işte buradadır, Bir kimsenin kötü olabilmesi için Müslüman kardeşini hor görmesi yeter. Müslüman'ın Müslüman'a kanı, malı, ırzı haramdır"Müslim,Birr,10 buyurmuş ve Müslüman'ı hor görmenin ne kadar kötü bir davranış olduğunu bildirmiştir.

Bir insanla alay etmek, onu değersiz görmek demektir. Halbuki insan, saygınlığı olan bir varlıktır. Allah'ın itibar ettiği insanı hakir görmek yanlıştır, hatadır. Kaldı ki, Cenab-ı Hak alay edilen kimsenin Allah katında alay edenden daha değerli olabileceğini bildirmekte, medenî olmayan bu davranıştan vazgeçilmesini emretmektedir.

Allah Teâlâ, gerek el ile gerek dil ile şunu bunu itip kakmayı, kırıp incitmeyi âdet edinmiş dedikoducularla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

"Arkadan çekiştirmeyi ,yüze karşı eğlenmeyi ve başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı adet edinenlere yazıklar olsun. O, malının kendisini ebedi kılacağını mı zanneder? Hayır, andolsun o Hutame'ye atılır. Hutame'nin ne olduğu sana söylendi mi? Allah'ın tutuşturulmuş, yandıkça tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateştir. Onlar bu ateşin içinde sütunlara bağlanmışlar ve o vaziyette kapılar üzerine kapatılmıştır."Hümeze Suresi

O halde, başkası ile alay etmek, onu üzer ve incitir. Başkasını haksız yere inciten ise günah işlemiş olur. Çünkü dinimiz, değil insana, diğer canlılara bile eziyet etmeyi haram kılmış, yasaklamıştır.

 

Anne ve Babaya Asi Olmak

 

Dinimiz, müslümanın bütün görevlerini iki maddede özetlemiştir.

Birisi, yalnız Allah'a ibadet etmek, diğeri de O'nun yaratıklarına şefkat ve merhamet göstermektedir. Yaratıklar içinde öncelik, anne ve babaya verilmiş, onlara itaat edilmesi emredilmiştir. Çünkü insanı yaratan Allah'tır. Anne ve baba dediğimiz "ebeveyn" de onun dünyaya gelmesine sebeptirler. Ayrıca onu yetiştirip terbiye edilmesini ve topluma yararlı bir insan haline gelmesini sağlayan kişilerdir. Bu uğurda her türlü fedakarlığa, bir karşılık beklemeden seve seve katlanan onlardır.

Bu itibarla insan, önce kendisini yoktan var eden Allah'a ibadet etmek, sonra da onun var olmasının sebeb olan anne ve babasına itaat etmekle yüklümüdür. Bu husus Kur'an-ı Kerim'de (İsra,17-23) ve hadis-i şeriflerde (Buhari, Cihat, 1;Müslim.İman,36) böylece bildirilmiştir. İşte bunun içindir ki, dinimiz anne ve babaya saygısız davranmayı ve asi olmayı yasaklamış ve bunu büyük günahlardan saymıştır.

 

Berat Gecesi

 

Kameri aylardan Şaban ayının ondördüncü gününü onbeşinci gününe bağlayan gece BERAT gecesidir.

Berat sözü "Beraet" kelimesinin kısaltılmış şeklidir. Borçtan, suç ve cezadan, hastalıktan kurtulmak demektir. Buna göre "Berat Gecesi" günahlardan kurtuluş gecesi demektir.

Müslümanlar tarafından bu gecenin derin bir saygı ve heyecan ile kutlanmasının sebebi budur.

Bu geceye mağfiret gecesi de denilmiştir. Çünkü bu gecede pek çok kimseyi Cenab-ı Hakk'ın affedeceği peygamberimiz tarafından bildirilmiştir.

Peygamberimiz bu geceyi ibadetle geçirmiştir.

Beyhaki'nin Ala b. el-Haris kananılıyla rivayet etmiş olduğu bir Hadisi-i Şerifte Hz. Aişe(r.a) şöyle demiştir:

Peygamberimiz bir gece kalktı namaz kıldı. Secdeyi öyle uzattı ki secdede öldü sandım. Bunu görünce kalktım. elimle ayağına dokununca kımıldadı (sevindim) ve yerime döndüm. Secdede şöyle niyat ettiğini duydum:

-Allah'ım azabından affına, gadabından rızana sağınıyor, senden yine sana iltica ediyorum. Şanın yücedir. Sana yaptığım senayı senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyorum. Sana gereği gibi hamdetmekten acizim.

Başını secdeden kaldırıp namazı bitirince:

- Aişe, Allah'ın Resulu sana haksızlık edecek mi sandın? buyurdu. Ben: -Hayır, vallahi, ya Resulallah, böyle sanmadım. Ancak secdede uzun süre kaldığın için öldünsandım, dedim. Bunun üzerine Paygamberimiz:

- Bu gece hangi gecedir, biliyormusun? buyurdu Ben:

- Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedim. paygamberimiz:

-" Bu gece Şabanın onbeşinci gecesidir. Allah Teala Şabanın onbeşinci gecesinde kullarına rahmetiyle tecelli buyurarak af dileyenleri bağışlar merhamet isteyenlere rahmet eder, içini kin bürümüş olanları ise kendi hallerine bırakır. " buyurdu.

Berat gecesine mahsus bir namaz ve ibadet yoktur.

Bu gece, kur'an okuyrak, dua ve istigfar ederek kaza ve nafile namazı kılarak ve yoksullara yardım ederek ihya edilir.

 

BÜYÜK GÜNAHLAR

 

Yüce Allah buyuruyor:

"Eğer size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz" (Nisa:31)

Rasullulah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyuruyor: "Helak edici yedi günahtan sakının: Allah'a şirk koşmak, sihir, adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, savaş meydanından kaçmak, masum kadınlara iftira atmak "(Buhari,2766)

 

 

 

  • YÜCE ALLAH'A ŞİRK KOŞMAK

 

 

BÜYÜK MELEKLER

1) Cebrâil: Meleklerin en büyüğüdür. Görevi: Allah ile peygamberler arasında elçilik yapmak, Allah'ın kitaplarını peygamberlere getirmektir. Kitabımız Kur'an-ı Kerim'i Allah'tan Peygamberimize getiren Cebrâil'dir.

2) Mikâil: Tabiat olaylarının idaresi ile görevlidir. (Yağmur yağması, rüzgâr esmesi, ekinlerin bitmesi v.s. gibi)

3) İsrâfil: Kıyametin kopması ve insanların öldükten sonra tekrar dirilmeleri ile görevlidir.

4) Azrâil: Ömrü sona eren insanların canlarını almakla görevlidir.

Bu dört büyük melekten başka, diğer meleklerden bazıları da şunlardır:

Kirâmen Kâtibin: Her insanın biri sağında, diğeri solunda iki melek bulunur. Bunlara Kirâmen Katibin denir. Sağındaki melek, insanın yaptığı iyi işleri, solundaki ise kötü işleri yazar. Böylece her insana ait iyiliklerin ve kötülüklerin yazıldığı "Amel defteri" meydana gelir.

Münker ve Nekir: Bunlar, öldükten sonra kabirde insanlara soru sormakla görevli meleklerdir.

Rıdvan: Cennetteki meleklerin başkanıdır.

Mâlik: Cehennemde görevli olan meleklerin başkanıdır

 

Cin ve Şeytan

Meleklerden başka Allah'ın cin ve şeytan gibi yine bizim göremediğimiz, fakat var olduklarında şüphe olmayan yaratıkları vardır. bunların varlığını Kur'an-ı Kerim haber vermektedir. Kur'an-ı Kerim'in her haberi gibi bu da doğrudur.

Cin, insanoğlundan önce yaratılmıştır. Cinler, Allah'ın izniyle çeşitli şekillere girerler. Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremezler.

Cinler de biz insanlar gibi, Allah'ı tanıyıp, O'na ibadet etmekle yükümlüdürler.

"Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım"

Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim, cinlerden bir kısmının , Peygamberimizi Kur'an okurken dinleyerek iman ettiğini, sonra da gidip bunu diğer cin topluluklarına haber verdiklerini bildirmektedir.

Şeytan da cinlerden olup göremediğimiz varlıklardan birisidir.

Şeytan, ilk insan ve ilk Peygamber Adem aleyhi's-selam'dan önce yaratılmıştır. Uzun süre Allah'a ibadet etmiş ve melekler arasında yer almıştır.

Allah Teala, Adem aleyhi's-selam'ı yaratınca meleklere, ona secde etmelerini emretmiş, bütün melekler bu emre uyarak Adem aleyhi's-selam'a secde etmişlerdir. Şeytan ise bu emre uymamış: "Ben ondan daha hayırlıyım, çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarttın" diyerek Adem aleyhi's-selam'a secde etmemiştir.

Bunun üzerine Allah: "Öyle ise oradan çık, çünkü artık kovuldun." buyurarak onu rahmetinden uzaklaştırmıştır. şeytan, Allah'tan insanların dirilecekleri güne kadar yaşama izni istemiş. Bu da kendisine verilmiştir. Bundan sonra şeytan, yeryüzünde yaşayan insanları tüm imkanlarıyle Allah'a giden yoldan uzaklaştırıp sapıtacağını söyleyerek Allah'ın katından ayrılmıştır.

Kur'an'da "İblis" olarak da adı geçen şeytan'ı, Allah insanoğlunun düşmanı olarak tanıtmış ve böylece tanınmasını istemiştir.

 

 

DİN

Din, ilk insanla birlikte doğal olarak var olmuştur. İnsan var olduğu sürece de devam edecektir. Çünkü insanın yaratılışında, kendisini yoktan var edeni bilme, O'na inanma, bağlanma, kulluk yapma duygusu ve ihtiyacı vardır. Fıtratı bozulmamış bir insanda bu ihtiyaç mutlaka kendisini gösterir ve tıpkı fiziki varlığın yeme, içme bilmeye, o'na inanmaya ve bağlanmaya ihtiyaç duyar. İnsan, fıtratındaki bu duyguyla aklını kullanarak, yaratanının varlığını ve birliğini kavrayabilir. Ancak, yaratıcısının, kendisinin mutluluğu için ondan neler istediğini, hangi davranışlarından razı olup hangilerinden hoşlanmayacağını, kısacası o'nun hoşnutluğunu nasıl elde edeceğini, bunun yanında, sinirli olarak yaratılmış bulunan insan aklının, mücerred düşünmekle ulaşamayacağı birtakım soyut meseleleri bilemez. İşte sınırlı olarak yaratılmış bulunan insan aklının, tek başına çözemeyeceği bu tür meselelerin cevabını ancak hak din verebilir.

Bunun için Allah, insanlar içinden peygamber görevlendirerek onlar aracılığıyla insanları dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıracak esasları insanlara bildirmiştir. İşte Allah'ın Peygamberleri aracılığıyla akıl sahiplerine gönderdiği, onları kendi irade ve seçimleriyle doğruya ve mutluluğa ulaştıran bu hayat düzenine din denir.

Dini kuralların koyucusu Yüce Allah'tır. Peygamberler dahil hiç bir kimsenin din koyma yetkisi yoktur. Peygamberler, dini hükümleri tebliğ etmekle yükümlüdürler. Tarih boyunca insanların din olarak ortaya koydukları birtakım ilke ve kurallar hiçbir zaman hak din niteliği taşımaz. Vahye dayanmayan yani bir peygamber tarafından tebliğ edilmemiş olan bu gibi sistemler, insanlığı maddi ve manevi bütün yönleriyle kuşatıcı özelliğe sahip olamaz. Bunun yanında asılları vahye dayanmakla birlikte, temel ilkeleri korunmamış ve zaman içinde asliyetini yitirip bambaşka şekiller alarak bozulmuş dinler de vardır.

 

Ecel ve Rızık

 

Rızık: Allah Teala'nın canlılara yiyip içmek ve hayatlarını devam ettirmek üzere verdiği şeylere rızık denir.

Rızkı yaratan da veren de yalnız Allah'tır. Çünkü O'ndan başka rızık verici yoktur(Hid11/6). İnsan rızkını hangi yoldan isterse Allah "Teala o yoldan verir. Ancak helal olmayan yollara ve çarelere baş vurursa suç işlemiş olur. Çünkü Allah Teala rızık için helal ve meşru yolların seçilmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor:

"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helal ve temiz olanlarından yiyin."

Herkes kendi rızkını yer Hiç kimse bir başkasının rızkını yiyemiyeceği gibi başka birileri de onun rızkını yiyemez.

Ecel: Allah Teala yarattığı her canlı için belli bir yaşama süresi koymuştur. Bu sürenin, yani ömrün sonuna ecel denir.

Her ne suretle olursa olsun ecel dediğimiz bu vakit gelince ölüm olayı meydana gelir, bir dakika bile sonraya kalmaz. Yaratan ve yaşatan Allah olduğu gibi, öldüren de yani ölümü yaratan da O'dur. O'ndan başka yaratıcı ve öldürücü yoktur.

Ecel birdir. Öldürülmüş olan veya bir kazada hayatını kaybetmiş olan insan da eceliyle ölmüştür.

 

Faiz Haram mıdır?

 

Faiz haramdır ve büyük günahlardandır.

Şüphe yok ki, Cenab-ı Hakk'ın haram kıldığı her şeyde bizim için bir takım zararlar vardır. Bu zararlardan korunmamız, Alah'ın yasakladığı şeylerden sakınmakla mümkündür.

Faiz de, böyle bir takım zararları olan bir yasaktır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1. Faiz karşılığı olmayan bir kazançtır. Verilen yüz gram altına karşılık alınan yüz on gramda on gram karşılıksız alınmış demektir. Oysa insanların malları, canları gibi dokunulmazdır. Başkasına ait olan bir malı karşılıksız almanın izahı yoktur.

2. Faiz fiatları artırır.

Faizli kredi kullananlar faizi de maliyete ekledikleri için fiatların artmasına ve tüketicinin geçim darlığı çekmesine sebeb olur.

3. Faiz insanları çalışıp kazanmak ve üretim ile meşgul olmaktan alıkor. Çünkü ellerinde bulunan sermayeyi faize vermek suretiyle artırıp geçinen kimseler ticaret ve sanatla uğraşma zahmetine katlanmak istemezler. Bu sebeble yüksek üretim yapmaya yetenekli olan bir çok kimseden iş dünyası mahrum kalır. Halbuki toplum, ticaret ve sanat gibi faaliyetlerle refah düzeyine erişir.

4.Faiz, insanları birbirlerine borç vermek suretiyle yardımlaşmalarına, bir birlerinin dert ve sıkıntıları ile ilgilenmelerine engel olur. Bu ise toplum bireyleri arasında birlik ve dayanışmanın zayıflamasına sebeb olur.

5. Faizin yaygın olduğu toplumlarda zengin ile fakir arasındaki refah farkı gittikçe büyür: zengin daha zengin, fakir de daha fakir olur. Bu ise bir takım sosyal dengesizliklerin doğmasına ve toplumu rahatsız eden gelişmelere sebeb olur.

6. Faizcilik yapmayanlar ellerindeki bu imkanı kullanmamak suretiyle zarar etmiş görülebilirler. Fakat bunlar, nefislerinin arzu ve isteklerine uymayarak, yüce yaratıcının emrini yerine getirmek için, O'nun ecir ve mukafatına ererler. Bir taraftan da Cenab-ı Hak onların faiz karışmayan ve içinden Allah hakkı verilen servetlerini bereketlendirir ve çoğaltır. Nitekim Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurulmuştur.

"Allah faizi mahveder (faiz karışan malın berektini giderir) Sadakaları çoğaltır (içinden sadaka verilen malları bereketlendirir).."

Kehanet ve Falcılık

Kehanet, gelecek zamanda olacak bir olayı önceden haber vermek demektir. bu işle uğraşana yani gelecekten haber verdiğine inanılan kimseye de "Kahin" denir.
İnsan, tarihin her devrinde ve hemen her toplumda geleceğe ait olayları ön- ceden öğrenmek istemiştir. Kehanet ve falcılık ise bu isteğe bir cevap olarak ortaya çıkmıştır.
Dinimiz her çeşit hurafe ile mücadele ederken, kehanetle ve falcılıkla da mücadeleyi ihmal etmemiştir. Çünkü kahin ve falcı, gelecekte olup bitecek olaylardan haber vermek üzere ortaya çıkan bir takım çıkarcı açık gözlerdir. Bildiklerini iddia ettikleri şey gayb bilgisidir. Bunu ise Allah'tan başka hiç kimse bilmez. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. Onun için gaybı ancak O bilir..." En'am:59
"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez."Neml:65
"(Ey Muhammed!) De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmem, size ben bir meleğim de demiyorum. Ben bana vahyolunan Kuran'dan başkasına uymam.." En'am:50
Kıyametin ne zaman kopacağı sorusuna Peygambermiz:
"Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir." diye cevap vermiştir.Buhari,iman,37
Bütün bunlar gösteriyor ki. kâhinlerin bildiklerini iddia ettikleri geleceğe ait bilgileri Allah'tan başka kimse bilmez. Bunun için kâhine gidip ondan geleceğe ait bilgi istemeyi dinimiz yasaklamıştır.
Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kim kahine veya arrafa (yitiğin veya çalınan malın yerini haber verdiğine inanılan kimse) 'ye gider ve onun söylediğini tasdik ederse, o kimse Muhammed (sallallahu aleyh 'i ve sellem) , e indirileni inkâr etmiş olur." et-Terğib ve't-Terhib c.4 s.34
"Her kim arrafa (çalınan bir şeyin veya yitiğin yerini haber veren kimse) ye gelip ondan bir şey sorar da onu tasdik ederse ,o kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz." Müslim,Selam,35
Falcılık da kehanet gibi gelecekten haber vermektir ki. dinimizce yasaktır ve günahtır.
İslamiyet'ten önce Arapların "Ezlâm" denilen fal okları ile yaptıkları falcılık çok yaygın idi.

Bu oklar üç parça idi. Bunlardan birinde "yap", öbüründe "yapma" yazılı idi. üçüncüsü de boştu. Bir iş yapmak isteyen veya yola çıkmayı düşünen kimse bu işin ve bu yolculuğun yararlı olup olmadığını bu oklarla anlamak isterdi. "Yap" yazılı ok çıkarsa yapmak istediği işi yapar veya yola çıkardı, "yapma" yazılı ok çıktığında da o işi yapmaz veya yola çıkmazdı. Boş olan okun çıkması halinde de yazılı ok çıkıncaya kadar fala devam ederdi.

İslâmiyet gelince, bütün aslı olmayan anlayışlar gibi bunu da yasaklamış ve bunun şeytan işi pislik olduğunu bildirmiştir.Maide:90

Yasak olan sadece "ezlâm" denilen oklarla fala bakmak değil, bu gün yıldız, kahve, bakla, iskambil kağıdı gibi araçlarla yapılan falcılık günah olduğu gibi, bunlara inanmak da günahtır.

 

Fitre (Fıtır Sadakası)

Fitre, Ramazan ayında fakirlere verilen bir sadakadır. Bayramdan önce verilmesi iyidir. Bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Dini ölçülere göre zengin olan kimsenin, hem kendisinin, hem de ergenlik çağına gelmemiş olan çocuklarının fitrelerini vermesi vaciptir.

Fakir olan çocuğun babası ölmüş veya fakir ise babasının babası torununun fitresini verir.

Bir kimse karısının ve büyük çocuklarının fitresini vermekle mükellef değildir. Bunlar zengin iseler fitrelerini kendilerinin vermesi lazımdır.

Karısının ve aile içindeki büyük çocuklarının fitrelerini onların izni olmadan verebilir. Aile içinde olmayan büyük çocukların fitrelerini ise onların izni ile verebilir. Bir kimse babasının ve anasının fitrelerini vermekle yükümlü değildir.

Gıybet (Çekiştirmek)

Büyük günahlardan birisi de gıybettir. Ebû Hureyre (r.a.)'nin rivayetine göre, Peygamberimiz:
- Gıybet nedir bilir misiniz? diye sordu. Ashab:
- Allah ve Peygamberi daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Kardeşini gıyabında (arkasında) onun hoşlanmadığı bir şey ile anmandır, buyurdu. Ashab:
- Kardeşimde dediğim varsa ne buyurursunuz? dediler Peygamberimiz:
- Eğer dediğin ayıp, kardeşinde varsa o zaman gıybet olur. Yoksa, ona bühtan ve iftira etmiş olursun, buyurdu.Müslim,Birr,20;Ebu Davud,Edeb 40
İnsanın en çok dikkat etmesi gerekli organlarından birisi, hiç şüphe yok ki, dilidir.
Peygamberimiz:
"Bir İnsan, manasını düşünmeden bir söz söyleyiverir ki, o yüzden cehennemin, doğu ile batı arasındaki
mesafeden daha uzak bir yerine düşer."Müslim,Zühd,6 buyurmuş ve dilimize sahip olmamızı öğütlemiştir.
Dilin pek çok manevi hastalıkları vardır. Bunlardan birisi de
gıybettir. Gıybet, yukarıdaki hadis-i şerifte de ifade buyurulduğu üzere, bir insanın arkasından onun kusurunu
söylemek, onu çekiştirmektir.
Bu kusur. onun fiziğiyle. soyu ile, ahlâkiyle, kılık ve kıyafetiyle. dini ile ilgili olabilir. Boyu kısadır, babası kötü bir insandır, riyâkârdır, yalancıdır, kumarbazdır, güvenilmez kişidir gibi.
Bu ve benzeri kusur ve ayıpları din kardeşinin gıyabında söylemek gıybettir ve günahtır.
Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Biriniz diğerini gıybet etmesin, sizden biri ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette bundan tiksindiniz. O
halde Allalı'tan korkunuz. Allah, tevbeleri kabul eder, çok esirger."Hucurat:12
İmam Gazâlî, gıybetin, belli başlı sebeplerinden birinin kin olduğunu söylüyor . Bir kimse başkasına duyduğu kin sebebiyle onu çekiştirmekten ve aleyhinde konuşmaktan zevk alır diyor. Halbuki mü'min kin gütmez. Ona yakışan bağışlamaktır. hoş görmektir.
Hz. Aişe diyor ki, ben bir gün Peygamberimize:
- Ey Allah'ın Resûlü, Safiyye'nin -ki bu da Peygamberimizin eşi idi- şöyle, böyle oluşu- râvilerden bazılarına göre kısa boylu oluşunu kastederek- sana yeter, demiştim de Peygamberimiz:
-"Aişe, öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denizin suyu ile karışsa her halde onu bozardı.”
Hz. Aişe diyor ki: Ben yine bir gün Peygamberimize bir kimsenin fizikî durumu ile davranışlannı taklid ve hikâye etmiştim. Bunun üzerine Peygamberimiz

- Karşılığında bana dünyayı verseler bile bir insanı hoşlanmıyacağı bir şey ile taklit ve tavsif etmeyi kesinlikle sevmem,Ebû Davud,Edeb,40;Tirmizi Birr,20 buyurdu.

Peygamberimiz, müslüman kardeşini gıyabında çekiştirenlerin korkunç bir şekilde azab edileceklerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Ben miraç ettirildiğim gece, bir kavmin yanından geçtim. Bunlar, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Ben: - Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir? diye sordum.
- Bunlar, insanların etlerini yiyen-gıybet edenler, onların şeref ve iffetlerine dokunanlardır, dedi." Ebu Davut,Edeb,40
Gıybet etmek günah olduğu gibi, yapılan gıybeti dinlemek de günahtır. Müslüman, kardeşi bir yerde çekiştirilirken, onun iffet ve namusuna dokunulurken, bunu duyan kimseye düşen görev, buna mani olmaktır. Çünkü, bir müslümanın kanı ve malı gibi, ırz ve namusu da haramdır yani, her türlü tecavüzden korunmuştur.

Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Bir kimse, kardeşinin ırzı ve şerefini çekiştirene karşı onu savunursa,: Allah Teâlâ kıyamet günü o kimseyi Cehennem'den uzaklaştırır."Tirmizi,Birr,20

Gıybet eden kimse günahkârdır. Bu günahından kurtulmak için yalnız tövbe etmek, Allah'tan af ve bağış dilemek yeterli değildir. Hem tövbe etmeli, hem de gıybet ettiği kardeşine giderek ondan hakkını helal etmesini dilemelidir. Ancak o zaman bu günahtan kurtulmuş olur.

 

 

Gusül Abdest ve Teyemmüm

 

GUSÜL (BOY ABDESTİ)
Kuru hiç bir yer bırakmamak üzere bedenin her tarafını yıkamaya gusül denir.

Gusül yapmayı gerektiren haller:

1) Cünüplük Hali:

a) Erginlik çağında olan kadın ve erkeğin cinsi ilişkide bulunması

b) Uykuda veya uyanıkkken kadın veya erkeğin belirli organlarından bilinen sıvının gelmesi.

2) Her ay belirli zamanlarda kadınlarda görülen âdet hâlinin bitmesi,

3) Doğum yapan kadınlarda lohusalık hâlinin sona ermesi.

Bu durumda olanların gusül yapmaları farzdır.

Gusülsüz Yapılamayan İşler

Gusül yapması farz olan kimse yıkanmadıkça şunları yapamaz:

1) Namaz kılamaz.

2) Kur'an okuyamaz.

3) Kur'an'a el süremez.

4) Kâbeyi tavaf edemez.

5) Bir zorunluluk olmadıkça câmiye giremez.

Ayrıca kadınlar, âdet gördükleri günlerde ve lohusalık hallerinde oruç tutamazlar.

Gusül yapmayı gerektiren haller bulunmadığı zaman bile cuma ve bayram namazları için gusletmek (yıkanmak) sünnettir.

Guslün Farzları

Guslün Farzları Üçtür:

1) Ağıza su alıp boğaza kadar çalkalamak,

2) Buruna su çekip yıkamak,

3) Bütün vücudu (iğne ucu kadar kuru yer bırakmıyarak) yıkamak.

Gusül Nasıl Yapılır

Gusül yapacak olan bir kimse önce besmele okur ve yıkanmaya niyet eder. Ellerini bileklere kadar yıkadıktan sonra edep yerlerini yıkayıp temizler.

Bundan sonra sağ avucu ile ağzına üç kere su alır ve her defasında boğazına kadar ağzının içini iyice çalkalar. Oruçlu ise boğazına su kaçmamasına dikkat eder, sonra sağ avucu ile burnuna üç kere su çekip her defasında sol eli ile sümkürür ve burnunu temizler.

Bundan sonra yukarıda anlattığımız gibi abdesti tamamlar. Abdest bitince evvelâ üç defa başına, daha sonra üç defa sağ omuzuna, üç defa da sol omuzuna su dökerek yıkanır. Suyu her döküşte ellerinin erebildiği yere kadar vücudunu oğuşturur. İğne ucu kadar kuru yer bırakmamak üzere vücudun her tarafını üç defa iyice yıkar.

Yıkanırken:

Göbek boşluğu, kulakların iç kıvrımları, küpe delikleri, diş araları, bıyık, saç ve sakal ile bunların diplerinin ıslanmasına özellikle dikkat edilir. Gusülde dua okunmaz, üzerinde bir örtü yoksa kıbleye dönülmez ve gereksiz yere konuşulmaz. İşte farzlarına ve sünnetlerine riayet edilerek yapılan gusül budur.

Gusül yapması gereken bir kimse, ağzına ve burnuna su alıp iyice çalkaladıktan sonra akar bir suya, denize veya büyük bir havuza girerek vücudunun her tarafını ıslatırsa gusül yapmış olur.


Teyemmüm

Abdest ya da boy abdesti almak için su bulunmadığı veya bulunup da kullanma imkanı olmadığı durumlarda, niyet edilerek temiz toprak veya toprak cinsinden bir şeye elleri sürüp yüzü ve kolları meshetmektir

 

 

İki Bayram Arası Nikah Kıyılırmı?

Bazı yerlerde, halk arasında bir inanç var. Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı arası kasdedilerek: "İki bayram arasında nikah kıyılmaz" deniliyor. Bu sözün dini bir dayanağı yoktur. Ancak bu, bir yanlış anlama sonucu ortaya çıkmıştır. Bu sebeple iki bayram arasında düğün yapmak ve nikah kıymakta dini yönden bir sakınca yoktur.

Hatta Peygamberimizin hanımı Hz.Aişe'nin nikahı iki bayram arasında, Şevval ayında kıyılmıştır.

 

 

KADER ve KAZA

Kader ve kaza ne demektir?

Sözlükte ölçmek, tahmin etmek ölçüp takdir ederek tayin etmek; güç yetirmek ve kudret anlamlarına gelen kader, dinî bir terim olarak, Allah'ın ebede kadar olacak şeyleri, bunların zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip bu bilgi doğrultusunda takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah'ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'ın ilmi doğrultusunda, kainatı ve ondaki her şeyi belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır: “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer 54/49); “Allah her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey O'nun katında bir ölçüyledir.” (Ra'd,13/8); “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.” (Hicr 15/21); “… O her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkân,25/2). "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." (Hadîd 57/22).

Kazâ ise, Cenab-ı Hakk'ın ezelde irade etmiş olduğu ve takdir buyurduğu şeylerin, zamanı gelince her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Bu takdirde kaza, Allah'ın tekvin sıfatını ilgilendiren bir konu olmaktadır. Bu tanım, İmam Mâtüridî ve taraftarlarına göredir. Eş'arîler ise kazayı daha farklı bir şekilde tarif etmişlerdir: Kaza; hüküm mânâsınadır. Allah'ın eşyayı sonradan nasıl olacaksa ezelde öylece irade etmesidir. Kader ise, Allah'ın her şeyi vakti gelince, ezelî ilmine uygun olarak, irade ettiği şekilde yaratmasıdır.

Ecel nedir? Ömür kısalır ya da uzar mı?

Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir şeyin müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu demektir. Dinî bir terim olarak ecel, insan ömrünün sonu anlamına gelmektedir. Ecel hayatın son bulması ve ölümün gerçekleştiği zamandır. Bu anlamı ile her canlı için tek bir ecel vardır. Bu ecel Allâh'ın kaza ve takdiriyle olup, asla değişmez. Belirlenen ecel, vaktinden ne önce gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmaktadır.

"…Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler." (Yunus 10/49); "Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Münâfikûn 63/11).

Rızık Nedir?

Sözlükte azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey anlamına gelen rızk, terim olarak, Yüce Allâh'ın, canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şey demektir. Buna göre rızk, helal olabileceği gibi, haram da olabilir.

Rızk konusunda benimsenen temel prensipler şunlardır:

1. Rızkı yaratan ve veren ancak Allâh'dır. Kur'an'da, "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allâh'a ait olmasın..." (Hud 11/6) buyurulmaktadır. Başka bir ayette de Allah'ın, dilediğine bol rızk verip, dilediğinin rızkını daralttığı ifade edilmektedir (Şûra 42/12). Kul, Allâh'ın evrende geçerli tabii kanunlarını gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için tercihlerde bulunur. Allâh da onun bu tercihine ve çabasına göre rızkını yaratır. Allâh'ın yegane rızk veren olması, tembellik yapmayı, çalışmamayı, yanlış bir tevekkül anlayışına sahip olmayı gerektirmez.

2. Haram olan şey de, rızk kapsamındadır. Fakat Allâh'ın haram olan rızkı, kulun kazanmasına rızası yoktur. Kur'an'da, "Artık Allâh'ın size helal ve temiz olarak verdiği rızklardan yeyin..." (Nahl 16/114) buyurularak, helal yenilmesi emredilmiş, haram yasaklanmıştır.

3. Herkes kendi rızkını yer; hiç kimse başkasının rızkını yiyemez.

 
  SİTEMİZİ 192177 ziyaretçi...ZİYARET ETMİŞTİR!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol