İmamların Yeni İnteraktif buluşma Noktası Burası
  ARAPÇADA EŞ ANLAMLI KELİMELER
 

 

ARAPÇADA EŞ ANLAM
LI KELİMELER VE
HER KELİMENİN ÖZELİĞİ
 
عُمق ـ غَور ـ قََعر ـ أسفل :
Dip, alt, derinlik
2ـ : رجس ـ نَجِس ـ دنس ـ وَسِخ :
Kirli, Pis
3ـ مكرّم ـ معزّز ـ مُحترم :
Saygın, kimetli
4ـ مُهان ـ مُحتقر ـ مُذل :
Rezil, hor görülen
5ـ مُرصّع ـ مُزيّن ـ منقوش :
Süslü
6ـ زعمَ ـ قال ـ إدّعى :
Demek, iddia etmek
7ـ هاونَ ـ كاسَلَ ـ قاعسَ :
Tembellik, üşengeçlik, üşengenlik
8ـ قرّر ـ صمّمَ ـ حزم أمراً :
Karar vermek
9ـ تمارضَ ـ  تظاهرَ بالمرض:
Hata gibi göstermek
10ـ تّماوتَ ـ تظاهرَ بالموت
Ölü gibi göstermek
11ـ عُرض البحر ـ وسط البحر :
Denizin ortası
12ـ زوّدَ ـ أمدَّ ـ أعطى :
Vermek, yardım etmek
13ـ ذهبَ ـ إنطلقَ ـ مشى ـ سارَ ـ راحَ ـ إنصرفَ :
Gitmek, ayrılmak
14ـ ضارٌّ ـ مؤذي :
Zararlı
15ـ مُبيد ـ قاتل ـ فتّاك :
Öldürücü
16ـ عِناية ـ رِعاية ـ إهتمام :
Önem vermek
17ـ عطف ـ شَفقة ـ رَحمة ـ رأفة ـ حنان ـ رِفق :
Merhamet, şefkat
18ـ كثير ـ وافر ـ عَميم ـ غَزير ـ هائل :
Çok, bol
19ـ خافَ ـ جزِعَ ـ  خشيَِ ـ ذعُرَ ـ فزِعَ ـ رَهبَ ـ جبُنَ :
Korkmak, ürkmek
20ـ اَنٍ ـ وقتٍ ـ زَمانٍ :
Zaman, an
21ـ سَلب ـ سَرقَ ـ غصبَ ـ نَهبَ ـ اِختلس ـ نشل (نشّال):
Çaldı, kaptı, alı koydu
22ـ رُتبة ـ دّرجة ـ مَنصِب ـ وظيفة ـ مقام :
Rütbe, derece
23ـ اَدرك (إدراك)ـ عًلِم (عِلمٌ)ـ فََهِم (فَهمٌ)ـ عَرفَ (معرفة) ـ دَرى :
Bildi, anladı
24ـ طَار ـ حَلق :
Uçtu, havalandı
25ـ  سخِر (ساخر) ـ هزيء (هازيء):
Alay etmek (alaycı)
26ـ عَان (يعاني) ـ  قاسَ (يقاسي) :
Zorluk veya çile çekmek
27ـ حلّ (عندك) ـ نزل ـ أقام ـ سكن :
Kalmak, İkamet etmek
28ـ تَرك ـ تخلّى عن ـ غَادر ـ هَجر :
Ayrıldı, terketti
29ـ عَاد ـ رَجع :
Döndü
30ـ نَجدة ـ مُساعدة ـ مُعاونة ـ مُاصرة ـ مُؤازرة :
Yardım etmek, desteklemek
31ـ عَينة ـ نَموذج ـ نَمونة :
Model, örnek
32ـ دَهش ـ تعجّب ـ إستغرب ـ تحيّر :
Şaşırmak
33ـ جسور ـ جَريء ـ شُجاع ـ غَيور :
Yiğit, cesur
34ـ ثبات ـ عَزم ـ قرار ـ حزم ـ إصرار في الرأي :
Azimlilik, kararlılık
35ـ اَحلام ـ خَيال ـ خَواطر ـ رُؤية :
Hayal, rüya
36ـ اَذِنَ ـ سَمحَ ـ رخّص ـ أجاز  ـ قبل :
İzin vermek, kabul etmek
37ـ ظنٌّ ـ رِيبٌ ـ توهم ـ شكّ ـ اِعتقاد :
Zan etmek, şüphelenmek
 38ـ اِختفى ـ اِحتجب ـ غَاب عن ـ اِستتر :
Gizlenmek, örtünmek, gözden kayıp olmak
39ـ وَجد ـ عَثر ـ لَقي :
Bulmak
40ـ سقط ـ وقع :
Düşmek
41ـ ضَاعَ ـ فُقد ـ تاه ـ لم يعثر على :
Kayıp olmak, bulunmamak
42ـ جاف ـ يابس ـ ناشف :
Kuru
43ـ نما ـ كبُر ـ ترعرع ـ نشأ :
Büyüdü, yetişti
44ـ شَرع ـ نشأ ـ بدأ ـ إبتدأ :
Başlamak
45ـ جَميل ـ نَضير ـ حَسن الوجه ـ وَظيء ـ مليح ـ بهي :
Güzel, şık
46ـ مُلتهبة ـ مُستعرة ـ مُشتعلة ـ مُستحرقة:
Alevlenmek, yanmak
47ـ سُور ـ سِياج ـ حِصن ـ قلعة :
Sur, Çeper
48ـ بُشرى ـ مُفاجئة :
Müjde
49ـ غَيم ـ سحاب :
Bulut
50ـ قديم ـ عتيق :
Eski
51ـ مِخدّة ـ وِسادة :
Yastık
52ـ مَريض ـ عَليل ـ سَقيم :
Hasta
53ـ قَوم ـ مِلّة ـ اُمّة ـ جماعة ـ شيعة ـ قبيلة :
Millet, halk, gurup
54ـ عائلة ـ أُسرة :
Aile
55ـ خُبز ـ رغيف ـ عيش :
Ekmek
56ـ جلسَ ـ قعدَ :
Oturmak
57ـ مَيّزَ ـ فرّق :
Ayırmak
58ـ جهّز ـ حَضرَ ـ أعدّ ـ هيّأ :
Hazırlamak
59ـ إنتفع ـ إستفاد :
Faydalanmak
60ـ حضر ـ قَدِمَ ـ جاءَ ـ أتى :
Gelmek
61ـ دوّن ـ سَجّل ـ قيّد ـ كتب :
Yazmak, kayıt etmek
62ـ برز ـ ظهر ـ خَرج ـ طلع ـ بان :
Çıkmak, görünmek
63ـ نظيف ـ نَقي ـ طاهر ـ زكي :
Temiz, saf
64ـ وفد ـ رسول ـ مندوب ـ ممثل :
Elçi, delege
65ـ اِيئتِ ـ تعالَ ـ هلّم ـ جِيء :
Gel
66ـ أساس ـ قاعدة ـ رَكيزة :
Temel, esas
67ـ اَكّد ـ حذّر ـ ايقن ـ أيقظ :
İkaz etmek
68 ـ عظيم ـ كبير :
Büyük
69ـ جامد ـ صلب ـ صَلد :
Sert
70ـ حَكم ـ قضى ـ فصل :
Hükmetmek
71ـ اَعتق ـ أطلق ـ اَذِن له :
Serbest bırakmak
72ـ أغلال ـ قيود ـ حبس ـ سِجن ـ اَسر :
kelepçe vurmak, esir almak, hapsetmek
73ـ ظُلم ـ بَطش ـ غَدر ـ عَذّب :
Zulmetmek
74ـ مكر ـ خِداع ـ حِيل ـ غَش ـ كيد ـ مكر :
Aldatmak, hile yapmak, kandırmak
75ـ فرح ـ سُرور ـ غِبطة ـ بهجة ـ اِنشراح ـ حُبور :
Sevinmek, mutlu olmak
76ـ جابه ـ صدّ ـ قاوم ـ دافع ـ تحدّى :
Savunmak, direnmek
77ـ مأكل ـ طعام ـ غِذاء ـ قُوت ـ مؤن ـ زاد :
Yiyecek
78ـ بخيل ـ شَحيح ـ مسّاك ـ يابس ـ نَكِد ـ اَصلد :
Cimrilik
79ـ ثارت الحرب ـ نشبت الحرب ـ اِنلعت الحرب ـ اِشتعلت الحرب ـ هاجت الحرب :
Savaşın başlaması
80ـ  اَبيض ـ ناصع ـ وضّاح ـ اَغر ـ اَبلج :
Beyaz, ak
81ـ حكّ ـ فرّك ـ دَعّك ـ ـ دَلّك :
Mesaj yapmak
82ـ نجح ـ اَفلحَ ـ توفّق :
Başarlı olmak
83ـ فطن ـ عاقل ـ ذكي ـ قوي الذّاكرة :
Akıllı, zeki
84ـ قِيم ـ اَخلاق ـ مُثل عُليا ـ مباديء :
Ahlaklı, değerli
85ـ عَلا ـ سَما ـ كَبُر ـ عَظم ـ اِرتفع :
Yücelmek, büyümek
86ـ شِرعة ـ طَريق ـ سَبيل ـ نهج ـ مَنسك :
Yol, mezhep
87ـ صَعب ـ عَسير ـ شَاق :
Zor
88ـ قصّاب ـ جزّار ـ لحّام :
Kasap
89ـ مدينة ـ مُحافظة ـ لِواء ـ بلدة :
Şehir
90ـ صديق ـ زَميل رَفيق ـ صاحِب ـ خَليل ـ اَنيس ـ عَشير ـ سَمير ـ نديم :
Arkadaş, yoldaş
91ـ عالج ـ داوى ـ طبّب :
Tedavi etmek
92ـ واضح ـ بيّن ـ صَريح ـ جَلي ـ معروف :
Açık, belli
93ـ نُور ـ ضِياء ـ نِبراس ـ مِصباح :
Işık, aydınlık
94ـ مُناجاة ـ مُحادثة ـ تكلّم ـ دُعاء :
Konuşmak
95ـ هرب ـ فرّ ـ ركض ـ جرى ـ عدّا :
Kaçmak, Koşmak
96ـ ظهرَ ـ تجلّى ـ اِنكشف ـ تبيّن :
Görülmek, ortaya çıkmak
97ـ صَان ـ حمى ـ حافظ ـ وقى :
Korunmak
98ـ سَيل ـ فيضان :
Sel
99ـ شمسيّة ـ مِظلّة ـ مطرية :
Şemsiye
100ـ هجم ـ أقتحم :
Saldırmak
101ـ سكّر ـ غَلق ـ سَدّ :
Kapamak
102ـ معركة ـ غزوة ـ حرب ـ وَغى ـ هيجا ـ واقعة :
Savaş
103ـ رجا ـ تمنى ـ طلبَ ـ  أراد ـ ودّ :
İstemek, dilemek
104ـ غاية ـ هدف ـ غرض :
Amaç
105ـ قاسي ـ غليظ ـ خشن ـ فظ :
Sert, kaba
106ـ كريم ـ سخي ـ جواد ـ مِعطاء :
Cömert, eli açık
107ـ لبث ـ مكث ـ خلد ـ بقى :
Kalmak, yatmak
108ـ منزل ـ بيت ـ دار ـ مسكن :
Ev
109ـ ناعم ـ هشيم ـ لين ـ طري :
Yumuşak, kırılkan
110ـ وعد ـ عهد ـ عقد ـ وثق :
Söz vermek, anlaşmak
111ـ نبع ـ عين ـ ينبوع :
Kuyu suyu, memba
112ـ خشوع ـ خضوع ـ طاعة :
Alçak gönüllü, itaat
113ـ لعب ـ  تسلي ـ لهوـ عبث :
Oynamak, eğlenmek
114ـ دفاع ـ مقاومة ـ صد ـ مُجابهة :
Karşı koymak, direnmek
115ـ ذنب ـ اِثم ـ جُرم ـ مَعصية ـ حِنث :
Suç, günah
116ـ ذهاب ـ اِنطلاق ـ اِنصراف ـ مُغادرة ـ رَواح :
Gitmek, ayrılmak
117ـ أذاع ـ نشر ـ أعلن :
Yaymak, bildirmek
 
 
 
 
 الفروق في مترادفات الكلمات
Eş anlamlı kelimelerinfarkları
 
I-İZİN VEYA MÜSAADE ALMAK:
A) الإذنُ،أذِنَ ب : İzin, müsaade, icâzet. Bir şey için izin vermek.
 (إستأذنَ ب)  şeklinde gelirse izin istemek için kullanılır.
ـ أذِنَ الوالدُ لولدهِ في السّفر إلى المصيفِ .Baba oğluna tatile gitmesi için izin verdi.
B)  السّماحةُ، المَسموحُ،سَمَح ل، ب  َ : Hoşgörülülük, gönülden vermek,
 yumuşak karşılamak.      ضدّهُ المَنعُ أو الممنوع.
ـ سَمحتُ لهُ بالخروج من الصّفِ.
Onun sınıftan çıkmasını yumuşak karşıladım.
C) الرُّخصةُ،رَخصَ : İzin vermek, yetkili kılmak. Yapılması mümkün olan bir işin açılması, izin alınması ve bir belgenin elde edilmesi için kullanılır.
ـ أخذ المريضُ الرّخصةَ من الطّبيبِ.                    Hasta doktordan izin aldı.
D)  الإجازةُ ،أجازَ ل :   Ruhsat/ izin vermek, bir şeyi tasvip etmek. Bir yerden izin veya ruhsat almak veya vermek.
الإجازةُ İle birlikte (المرضيّة) Kullanıldığında, hasta rapor için
 kullanılır.
ـ أجازَ الله علينا المسحَ على الخُفِّ.
Allah üzerine mesh etmemize izin verdi.
ـ أعطى المديرُ للعاملِ الإجازةَ السّنويّة .
Müdür işçiye yıllık izin verdi.
ـ أخذتُ الإجازة المرضّية من المستشفى.
Hastaneden rapor aldım.
E) الإباحةُ، المُباحُ،أباحَ: Mubah, caiz. Bir işin veya eylemin
 yapılmasının sakıncalı olmadığına dair izin veya ruhsatın
 verilmesinde kullanılır.
ـ أباحَ الإسلامُ أكل لحوم البحرِ.
İsalam denizden çıkan etlerin yenmesini mubah kıldı.
 
2-ÇABA SARF ETMEK VEYA GAYRET ETMEK (OLDUĞU
 KADAR):
A) الإستطاعةُإستطاعَ، : Yapabilmek, becermek. Bir işte veya
 konuda mümkün derecede gücünü kullanıp yapabilmek, denemek.
قال (ص) "يا مَعْشَر الشّباب مَن إستَطاعَ مِنكُم البَاءَةَ فليزوّج" في الصّحيحين.
Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Ey
 gençler!İçinizden evlenmeye gücü yeten varsa, evlensin.”
 (Sâhîhân de).
B) والمَقدرِةُعلى، القُدرةُ على،قَدَرةٌ : Gücü yetmek. Yetenekli, her işi kolaylıkla yapabilen ve o güç sahip için kullanılır.
(إنّ الله قادرٌ على أن يُنزل أيةً ) الأنعام 37.
Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. (En’am:37).
C) الطّاقةُ،طَاقَ : Güç, kuvvet, sabır, tahammül. Çok uğraştan
 sonragücü elde edip bir şeye ulaşmak veya elde etmek
 için kullanılır.
(قالوا لا طَاقَة لَنا اليَوَم بِجَالُوتَ وَجُنودهِ ) البقرة  249.
Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç
gücümüz yoktur, dediler. (Bakara:249)
D) الوِسعُ والسّعةُ  ،وَسِعَ : Geniş olmak, İnsanların amaçlara mümkün
derecede çok yorulmadan ulaşmaları veya kapasitelerine ve
 algılamalarına göre yapabilmeleri için ifade edile bilir.
(لا يُكلّفُ اللهُ نَفسَاً إلاّ وُسْعَها) البقرة 286 .
Allah hiçbir nefse(kişiye) gücünün yetmediğini teklif etmez.
 (Bakara:286)
E) الجَهدُ،جَهَدَ : Çaba sarf etmek, çok çalışmak. Gücünü yettiği kadar kullanmak ve uğraşlardan sonra karşılığını almak için yapılan bir çaba.
(والَّذِين لا يَجِدونَ إلاّ جُهدَهُم فَيَسخَرونَ مِنهم ) التوبة 79.
(Ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları
 çekiştirip onlarla alay edenler var ya.)
 
3- ZİYAN ETMEK VEYA İSRAFTA BULUNMAK:
A) الإسرافُأسْرَفَ، : Aşırı gitmek, israf etmek. Bir şeyi gereğinden
 fazlayapılması ve kişiye zarar verdiği için kullanılır.
(وكُلوا وإشْرَبوا ولا تُسرِفوا) الأعراف 31.
Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz.(‘Arâf:31)
B)التّبذيرُ،بذّرَ : Saçmak, yaymak, aşırıya kaçmak. Bir malı
 gereksiz yere saçıp savurmak, yok etmek, ziyan etmek.
 Özellikle Allah’ın yolunda harcanmaması ve kişisel
 menfaatler için kullanılması.(ضِّدهُ قَتَرَ )
(ولا تُبذروا تَبذِيرا، إنّ المُبذِرينَ كَانوا مِن إخْوانِ الشّياطين) الإسراء 27ـ26
Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp
savuranlar şeytanların dostlarıdırlar.(İsrâ: 26–27).
C)السّفه، السّفاهةُ  ،سَفِهَ  : Saçmalık, arsızlık, aptallık. Ahmakça
 harcama yapanlar için kullanılır.
(ولا تُؤتوا السُّفهاءَ أمْوَالَهم) النّساء 5.
Allah’ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı
ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin.(Nisâ :5).
 
4-AĞIRI, ELEM VEYA ACI DUYMAK:
 
A) الألمُ،اَلِمَ ،اَليِمَ : Acı veya üzüntü duymak Kişilere başkaları tarafından verilen
acı, veya toplumsal olayların sonucunda oluşan duygusal
üzüntüler için kullanılır.
(إنْ تَكُونُوا تَألَمُون فإنّهُم يألَمُون كَما تألَمُون) النّساء 104.
Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı
 çekmektedirler.(Nisâ: 104).
B) وَجِعَ، الوَجعُ : Ağrı. Kişilerin kendilerinde oluşan ağırı, bu,
 hastalıktan veya bir darptan hâsıl olan ağrı da olabilir.
ـ أوْجَعَ رَأسِي . Başım ağrıdı.
ـ وَقَعَتِ الشَّجَرةُ عَلى يَديَّ فأوْجَعَتنِي.Ağaç iki elime düştü ve beni acıttı.
C) عذّبَ، العذابُ : Ceza, eziyet. Genelde Allah tarafından verilen ceza bir de insanların insanlara çektirdiği eziyet ve ağrı için
 de kullanılır. (ضِدّهُ نَعَّمَ)
(وللكافرين عذابٌ مهين) البقرة 90.
Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır.(Bakara:90)
 
5-CİMRİ, TAMAHKÂR VEYA TUTUMLU KİŞİ:
 
A) البُخلُ، البَخيلُ،بَخُِلَ : Cimrilik. Allah yolunda, kendi malından,
 yoksul ve muhtaçlara hiçbir şey harcamayanlar için
 kullanılır.(ضِدّهُ كَرُمَ، الكَرمُ)
(الَّذِين يَبْخَلُونَ ويَأمُرُونَ النّاسَ بالبُخلِ) النّساء 37.
Onlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye
 edenlerdir.(Nisâ:37).
B) الشُّحُ، الشّحيحُ،شَحّ : Tutumlu, tamahkâr. Başkasının hakkını
 tam vermeyen veya kendi malından ve parasını gereğinden daha az
 harcayanlar kişi için kullanılır.  (ضدِّهُ التوفرُ أو السّخاءُ)
(وَمن يُوقَ شُحَّ نَفسهِ فأؤلئكَ هُم المُفلِحُون) الحشر 9.
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa
 erenlerdir.(Haşr:9)
C) لؤُمَ، لُؤْمٌ ،اللّئيمُ : Alçak, adi, cimri. Kendisi her şeyden ve
 kişiden yararlanır, ancak kendisi kimse ile paylaşmaz ve
 onlara şefkat duymaz.
ـ هو إنسَانٌ لَئيمٌ لا يَرحمُ النّاسَ.
O, cimri bir insandır (kendini sever) insanlara acımaz.
D)  الَمسَّاكُ،أمسك : Tutumlu, kesivermek.
ـ اليدُ الماسكة تضرّ نفسه.
Eli sıkı olan kişi kendine zararı olur.
 
6- HARİKA, BENZERSİZ VEYA ŞAŞIRICI:
A) البديعُ  ،بَدَعَ : Çok güzel, harika, yaratıcı, icat etmek.
 Benzerlerinden farklı ve üstün özelliğe sahip olan şeye
 denir.    (ومُترَادِفه الإخْتِراع)
(بَديعُ السَّمواتِ والأرضِ) الأنعام 101.
O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır.(En’am:101)
B) الرّائعُ، الرَّوعُ،رَوَعَ : Harika, müthiş bir olay. Beklemeyen
 farklılık ve üstünlükte ve düşündüğümüzden daha güzel
 bir şekilde meydana gelen şeyler için kullanılır.
ـ رَأيتُ آثاراً تَاريخيّة إسلاميّة رائعةً في مُتحف طوب قابي بإستانبول.
İstanbul Topkapı Müzesinde müthiş İslami tarihi eserler
 gördüm.
C) المُدهشُ،دَهِشَ : Şaşkınlık, hayretlik. Olaylar sevinç ve neşe kaynağı olması.
ـ أدْهَشني ذَكاءُ الطّفلِ .Çocuğun zekâsı beni şaşırttı.  
D)عَجِبَ ،تَعجَّبَ ،التّعَجُّبُ : Şaşırmak, garipsemek. İlginç davranışlar için kullanılır.
(وَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَأَوْلَادُهُمْ ) التوبة 85.
Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin.(Tevbe:85)
E) خَارِقُ العَادةِ : Garip, acayip, anormal, tuhaf. Görülmemiş, duyulmamış olağanüstü olaylar ve şeyler için kullanılır.
ـ ما فَعَلهُ كانت مِن خَوارِقُ العَادةِ.
Yaptığı şeyler olağanüstüydü.
F)   إستَغرَبَ في ،الإستغرابُ : Garipsemek, şaşırmak. Bir kişiden beklenmeyen bir şeyi yaparsa bu kelime ile ifade edilir.
لقد إستغربتُ في تَصرُفاتِ صديقي. Arkadaşımın yaptığı davranışlarına şaşırdım. 
G) تَحيَّرَ ،التَّحيُّرُ  : Şaşırmak, tereddütlü olmak. Ne yaptığının farkında olmayan kişi için bu kelime kullanılır
(كالذي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاطِينُ فِي الْأَرْضِ حَيْرَانَ لهُ) الأنعام 71.
Şeytanların saptırıp, şaşkın olarak çöle düşürmek
istedikleri gibidir.(En’am:71)
 
7-ÜZÜNTÜ, KEDER VEYA GAM:
 
A) الأسىَ،أسيَ : Keder, dert, üzüntü. Genellikle geçmişte yapılan olayları hatırlayıp üzülmek için kullanılır.
(فكيفَ آسىَ على قَومٍ كَافرينَ) الأعراف 93.
(Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!)
B) الحُزنُ،حَزَِن على : Üzüntü, üzülmek. İnsanların çeşitli olaylar
 karşısında yaşadıkları olumsuz duygusal olaylara üzülmek
 için kullanılır.(ضدّه فَرِحَ على) 
(وقَالوا الحَمدُ لِله الذي أذْهَبَ عَنّا الحَزن) الفاطر34.
(Cennette şöyle) derler: Bizden tasayı gideren Allah’a
 hamdolsun).
C) الكَربُ،كرُبَ : Tasa, üzüntü. Kişinin olaylara duyduğu
 kızgınlık sonucu oluşan öfke üzüntü ve insanların
 üzerlerinde psikolojik etkisinin tarattığı üzüntü için
 kullanılır.
(ونجيّناهُ وأهْلَهُ من الكَرْبِ العَظِيم) الصّافات 76.
(Kendisini ve ailesini büyük felâketten kurtardık).
D)  : غمَّ ،الغَمُّ Tasa, üzüntü. Etrafımızda meydana gelen, gözle görülebilen ve en az zarar verdiği ruhsal etki için kullanılır. Buda genellikle kalbin atması ile meydana gelir.(ضدُّ سَرَّ).
(ثمّ أنْزَلَ عَليكم مِن بَعْدِ الغَمِّ أمنةً نُعاسَاً) آل عمران 154.
(Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali).
E) الكآبة،كئِبَ : Tasalı, keyifsiz. Karamsarlıktan doğan bir
 üzüntü ve hasret.
ـ عِشتُ في الكآبةِ دَوماً.Devamlı keyfisiz yaşadım.              
F) كَظَمَ ،الكظمُ  : Üzüntüyü gizlemek/ açığa vermemek. Üzüntüsü büyük olduğu halde üzüntüsünü gizleyen için kullanılır.
(ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ) الزّخرف 17.
(Hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir).
G)  أسِفَ ،الأسفُ : Üzgünüm. Ne yazık! . Haksıza uğrayan bir kişi için kullanılır.
(يَا أَسَفَى عَلَى يُوسُفَ) يوسف 84.
(“Ah Yusuf’um ah!” diye sızlandı).
 
8- KANIT, DELİL VEYA İSPAT:
A) البُرهانُ،بَرهَنَ : Kanıt. Bilimsel kaynaklara dayanarak doğru bir şekilde ispat etmek.
(قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ) البقرة 111.
(Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de).
B) الدّليلُ،دّلَّ : Rehber, gösterge. Maddi delili bulup elde ederek ispat etmektir.
(ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلاً) الفرقان 45.
(Sonra biz güneşi, ona delil kıldık).
C) الحُجّةُ،حجَّ : Delil, özür. Daha kapsamlı, bütün ispatları içerir, daha önce ispat edilmemiş konuları da ela alıp delil olarak gösterilen için kullanılır.
(وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ) الأنعام 83.
(İşte bu, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir).
D) البيّنةُ،بَيّنَ : Delil, bildiri. Sözlü veya yazılı deliller için
 kullanılır.
(وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ) البقرة 87.
(Meryem oğlu İsa’ya da mucizeler verdik).
E) الإثباتُ،أثبتَ : İspat etmek. (البُرهان) Burhan kavramın dan daha güçlü anlam ifade eder, örtülü şeyleri açığa çıkarmak için kullanılır.
(إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلَائِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا) الأنفال 12.
(Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun).
F) السّلطان  : Hüküm, otorite, delil. Büyük yetki veya delile sahip olan için kullanılır.
(أَمْ أَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِهِ يُشْرِكُونَ ) الرّوم 35.
(Yoksa onlara bir kesin delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor?)
 
9-AÇIKLAMAK VEYA YORUM YAPMAK:
A)التّأويلُ  أوّلَ، : Yorumlamak. Zan gidermek, iki ihtimalden birisini tercih etmek için kullanılır.
(وعَلّمتَني مِن تَأوِيل الأَحَادِيثِ) يوسف 101.
(Ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin.
B)التّفسيرُ  فسّرَ، : Açıklamak. Özet bir ifadeyi geniş bir şekilde açıklamak, zannıkaldırmak için kullanılır.
(ولا يأتونكَ بمثلٍ إلاّ جِئناكَ بالحَقّ وأحْسَنُ تَفْسِيراً) فرقان 33.
(Onların sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, (onun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim.
C) الإيضاحُ ،التَّوضيحُ،أوضَحَ : Açıklığa kavuşturmak, izah etmek. Pürüzleri kaldırmak için kullanılır.
ـ وَضَّحتُ المُدنَ التّركيّةَ للطلاّبِ على الخَرِيطَةِ.  
Öğrencilere harita üzeride Türkiye'nin şehirlerini anlattım.
D) الشَّرحُ،شَرَحَ : Şerh etmek, açıklamak. Bir konuyu net olarak açığa kavuşturmak.
ـ شَرحَ الأستاذُ الدّرسَ في قاعة الدّرس.
Öğretmen konferans salonunda dersi anlattı.
E) التَّرجَمةُ،تَرجمَ : Tercüme etmek, açıklamak. Bir konuyu sade ve anlaşılır dile çevirmek.
ـ تَرجمَ المُترجِمُ القرآن الكريم إلى الإنجليزيَّةِ .
Tercüman Kuranı İngilizceye çevirdi.
F)  بَيَّن َ ،تِبْيَان: İspat etmek, delil göstermek.
(سَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ كَمْ آتَيْنَاهُمْ مِنْ آيَةٍ بَيِّنَةٍ) البقرة 211.
(İsrail oğullarına sor ki kendilerine nice apaçık mucizeler verdik).
G) أظهرَ، الإظْهَار : Göstermek. Beyan etmek.
(فَلَمَّا نَبَّأَتْ بِهِ وَأَظْهَرَهُ اللَّهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَأَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍ) التّحريم 3.
(Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti).
H) صَرَّحَ، التَّصريحُ : Bildirmek. Duyurmak.
ـ صَرَّحَ النَّاطِقُ الرّسمي بإسم الحُكومة التُركيّة عن تأييِدِ حُكُومتهِ لقراراتِ حُكومَة القِبرص التّركي.
 
10-ALLAH’TAN KORKAN, MUTTAKİ OLAN VEYA ÎMAN EDEN:
A) التّقيُّ ،المُتقيُّ،إتّقى : Muttaki olan, kendini koruyan. İşi sağlamlaştırmak. İman sahibi olan... Dini bilgisini üstün kılmak, mükemmel bir şekilde dini uygulayana denir.  (المُؤمن)mümin kavramındandaha üstün kişi için kullanılır.
(تِلكَ الجَنَّةُ التِي نُوِرثُ مِن عِبادِنا مَن كَان تَقيّاً) مريم 63.
(Kullarımızdan, takvâ sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur).
( وإتّقوا اللهَ وإعْلَمُوا أنّ اللهَ مَع المُتّقين) البقرة 194.
(Allah’tan korkun ve bilin ki Allah muttakîlerle beraberdir).
B) المؤمنُ،آمَنَ : İnanmak, inançlıolmak,. Allah iman edip ve bazı emirlerini
yerine getiren kişi için kullanılır.Mümin. Kâfirin kavramın zıddıdır(ضِدّهُ كافِرٌ).
(ولَعَبدٌ مُؤمِنٌ خَيرٌ مِن مُشركٍ ولَو أعْجَبَكُم) البقرة 221.
(İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile).
C) الوَرِعْ،وَرِعَ : Allah’tan korkan, harama helale dikkat eden, takva sahibi. (المُتّقي) muttaki kavramındandaha üstün kişiye denir
ـ الزَّاهِدُ في دِينهِ يَكُون وِرِعاً عِندَ الله.
Dininde zahit olan kişi, Allah katında takvalı olur.
D) خَشَعَ، الخَاشِعُ : Boyun eğmek; itaat etmek. Sadece Allaha karşı yapılanlar için ifade edilir.
(وَاسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى الْخَاشِعِينَ) البقرة 45.
(Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir ِgörevdir).
E) المُتديّن،تَديَّنَ : İkrar etmek, dindar olmak. Bir dine iman edip ona sağı gösteren kişi için kullanılır.
ـ الّذي يَخَافُ اللهَ ويُطِيعُ أَوَامِرَهُ فَهُو إِنسانٌ مُتديّنٌ.
Allahtan korkan ve emrine uyanlar, dindar insanlardır.
 
11- BIRAKMAK, TERK ETMEK VEYA GÖÇ ETMEK:
A) التَّركُ،تَرَكَ : Terk etmek, bırakmak. Bir yerden gitmek, bir mal bırakmak veya insanlardan ayrılmak... Tüm eş anlamlarda kullanabilinir.
(إنّي تَركتُ مِلّةَ قومٍ لا يُؤمِنونَ باللهِ) يوسف 37.
(Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım).
B) التّخلي عن،تَخلّى عن : Ayrılmak, çekilmek, vazgeçmek. Davranışlardan vazgeçmek veya anlaşmaları bozan kişi için kullanılır.
ـ تَخَلَّى المُنافِقُ عن العَهدِ الّذي أُتُفِقَ مَعَهُ.
Anlaşmış olan sözden münafıklar vazgeçtiler.
C) هَجَرَ ،الهّجرُ : Göç etmek, terk etmek, bırakmak. Canlıların bir yerden bir yere mecburi göç etmeleri veya terk etmeleri için kullanılır.
(يا إبراهيمُ لًئن لَمْ تَنْتَهِ لَأَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْنِي مَليّاً) مريم 46.
(Ey İbrahim! Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!).
ـ هَاجَرَ نبينا محمد (ص) مِن مَكَّةَ إلى المَدِينَةِ.
Nebimiz Muhammed (s.a) Mekke'den Medine'ye hicret etti.
D) قَلَعَ عَنْ، الإقْلاَع : Sökmek, çıkarmak, vazgeçmek, sefere çıkma. Bir özelliğin yok olması veya bir aracın yola çıkması için kullanılır.
ـ يَجِبُ على الكّفّارِ الإقلاعُ عَن عَاداتِهم السيّئة.
Kâfirler, kötü alışkanlıklarından vazgeçmeleri gerekir.
ـ أقْلَعَت الطَّائِرةُ صَباحَ اليَومِ عن السَّماءِ التُركيّة.
Uçak, sabahleyin, Türk semalarında havalandı.
E) كَفََّ عن ،الكفُّ عن : Geri durmak, yapmayı kesmek,
 vazgeçmek, kaçınmak. Genel olarak bir kötülükten
 vazgeçmek için kullanılır.
(عَسَى اللَّهُ أَنْ يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُوا) النّساء 84.
(Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini engeller)
F) غَادَرَ : Yola çıkmak, bırakmak, bir yeri terk etmek.
(وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا) الكهف 47.
(Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm öِlüleri ) mahşerde toplamış olacağız).
(يا وَيلتنا مَالِ هذا الكِتابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا) الكهف 49.
(Vay halimize! Derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük
 hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!).
 
12-KARŞILIK VERMEK, ÖDÜLLENDİRMEK VEYA
MÜKAFATLANDIRMAK:
 
A) الثَّوَابَُأثا،بَ عَلى : Mükâfatlandırmak. İyi işlerin karşılığında
 verilen veya alınan ödül. En çok kıyamet gününde alınan
 ödül için kullanılır.
(وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا) آل عمران 145.
(Her kim, dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz).
B) الأجْرُ،أجَرَ : Ödüllendirmek. Ücret karşılığını almak, yaptığı işin veya bir menfaatin karşılığında alınan ücret için kullanılır.
( وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاةِ اللَّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا) النّساء 114.
(Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona
 yakında büyük bir mükâfat vereceğiz).
C) الجَزاءُ،أجْزأ : Karşılık, tazminat, ceza. Bir  şeyin  karşılığını vermek veya almak, kişinin yaptığı iyilik veya kötülüğün karşılığını için alınan ceza.
(فَأَثَابَهُمُ اللَّهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاءُ الْمُحْسِنِينَ) المائدة 58.
(Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde
 devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan
 cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin
 mükâfatı işte budur).
D) الجَائِزةُ،أجْزَى : İkramiye, ödül. Çalıştıktan sonra elde edilin ödül için kullanılır.
(وَجَزَاهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا) الإنسان 12.
(Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder).
E) المُكافأةُ،كَافأ :Ödüllendirme, memnuniyet,telafi etmek.
ـ كَافأ الأبُ إبنهُ بالسّاعةِ.
Baba oğlunu saatle ödüllendirdi.
 
I3- BAŞLAMAK, KIŞKIRTMAK VEYA TAHRIK ETMEK:
A)أثارَ، ثَارَت (ثَورَان) الحَرب  : Savaşı kışkırtmak, harekete geçirmek. Genellikle savaşın meydanda başlaması için kullanılır.وضِدُّ الحَرب السِّلمُ
ـ أثَارَ العَدوّ الحَرب على المُسلِمين.
Düşman, Müslümanlara karşı savaşı başlattı.
B) نَشبَت الحَرب : Savaş çıkmak. Karşılıklı harp ilan etmek, savaşı çıkarmak isteyen için kullanılır.
ـ الصَّليبيُّون نَشَبوا كافة الحُروبَ أولاً.
 Haçlılar, tüm savaşları ilk çıkaranlardandır.
C) إشتعَلَت (إشْتِعَال) الحَرب : Tutuşmak. Savaşın alevlenmesi, yeniden başlaması için kullanılır.
(وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا) مريم 4.               (Saçım başım ağardı).
D) إندلعَت (إنْدِلاع) الحَرب : Savaşın çıkması. Fitne sonucu savaşın başlaması için kullanılır.
ـ بسبب الفِتنةِ الكُبرى إنْدَلَعَتِ الحُروب بينَ المَسلِمين مِن جَديد.
Büyük fitne den dolayı, Müslümanlar arasında yeniden savaşlar başlamıştır.
E) قَامَت (قِيام) الحَرب : Savaşın başlaması. Tarihi belli olmayan bir savaş.
ـ قَامَت الحَربُ بين العِراق وإيران عام 1981م.
Irak ve İran arasındaki savaş 1981 yılında başlamıştı.
F) هَاجَت (هَيجَان) الحرب : Savaşın harekete geçirmesi, kışkırtması, uyandırması.
ـ لقد هَاجَت الحُروبُ بينَ القَبائِل لأسْبابٍ تَافِهَةٍ.
Önemsiz konular sebep ile kabileler arasında savaşlar başlamıştı.
G) بَدأت (إبتدَاء) الحَرب : Savaşın başlaması. Tarihi belli olan bir savaş.
(أَلَا تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَكَثُوا أَيْمَانَهُمْ وَهَمُّوا بِإِخْرَاجِ الرَّسُولِ وَهُمْ بَدَءُوكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ) التّوبة 13.
(Ey müminler!) Verdikleri sِözü bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya Kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız?).
 
14-DUVAR, KALE VEYA SUR:
A)الجِدارُ،جدَّرَ : Duvar. Bir yerin veya evin dış cephesi, belirli
 yerde sabit  ince duvara denir.
(وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ) الكهف 82.
(“Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi).
B) الحَائِطُ،حَوَّطَ : Duvar, set Herhangi bir şeyi çember içine alan duvar. Birde oda içinde yapılan duvar için kullanılır
ـ وَقَع حَائِطُ بَيتِنا مِن الزّلازلِ.
Evimizin duvarı deprem den dolayı düştü.
C) السّورُ،سَوَّرَ : Duvar, çit. Şehir hisarı, şehir veya oda dışını korumak için yüksek duvar veya yapı ile çevirmek.
(وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ) ص 21.
(Ey Muhammed!) Sana davacıların haberi ulaştı mı?
ـ أوّلُ مَن بَنى سُور بَغداد هُو الخَليفة المُعتصم.
Bağdadın ilk surunu, Halife Mutasam inşa etmiştir.
D) الحِصنُ،حَصََّ : Kale, sağlamlaştırma, koruma. Kale anlamında da kullanılır, eni geniş çok yüksek olan ve girilmeye engel teşkil edilecek şekilde yapılan duvar.
(مترادفهُ القلعةُ)
(لَا يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعًا إِلَّا فِي قُرًى مُحَصَّنَةٍ أَوْ مِنْ وَرَاءِ جُدُرٍ) الحشر 14.
(Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar).
 
D) البَرْزَخ : Mânia, kıstak, berzah. İki şeyin arasındaki perde, Ruhların geri dönmesine mani olmaktır.
(بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَا يَبْغِيَانِ) الرّحمن 20.
Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.
E)  الحَجْز، الحَاجِزُ: Engelleme, bırakmama, ayırma, alıkoyma.
ـ لاتَكُن أمَامَ التّقدم العِلمي كَحَاجِز ومُعوِّق لهُ.
Bilim atağı(gelişmesi) önünde alıkoyup engel olma.
F)  المنعُ ،المَانِع : Durdurmak, engel olmak, alıkoymak,
 yasaklamak.
(قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ) طه 92.
(Ey Harun! Dedi, sana ne engel oldu da, bunların dalâlete düştüklerini gördüğün vakit).
 
15-ÇOĞUNLUĞUN ANLAŞMASI, BİR ARAYA GELMESİ:
A) الإجْمَاع،أجمَعَ : ِAnlaşmaya varmak. Tüm veya birçok bilim adamların anlaştığı karar için kullanılır.
ـ أجْمَعَ أكثر العّلماءُ على حُرمة تدخين السّيجارة.
Âlimlerin birçoğu, sigaranın haram olduğunu
B) غلّبَ على ،الأغْلَبِيّة : Çoğunluk. Her hangi bir konuda sağlanan
 çoğunluk için kullanılır. Yarıdan fazla olma şarttır.
ـ لقد صوّت الأغلبية السّاحقة في الإنتخاب.Seçmenler ezici çoğunlukla oy verdiler.
C) الأكْثرِيّة،كثَّرَ : Bir araya gelen ve bir yerde bulunan kişilerin
 çoğunluk teşkil eden sayı yönünden tamamına yakın
 gelenler için kullanılır.
(وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ) البقرة 243.
(Lâkin insanların çoğu şükretmez)
D) إتّفقَ، الإتّفاقُ، المُتفِق عليهِ : Anlaşmak, uyuşmak. Oylama
 sonucunda kişilerin anlaşması ile meydana gelen anlaşma
için kullanılır.
ـ إتّفقَ العَربُ عَلى أنْ لا يتّفِقُوا .
Araplar anlaşmamaları için anlaştılar.
ـ جَميعُ العُلماء مُتَّفَقٌ عليهِ.
Tüm âlimler ittifak halındadırlar.
 
16- GELMEK VEYA ULAŞMAK:
A) جَاءَ، المَجِيءُ : Gelmek, varmak. Bir işin veya kişinin habersiz birden gelmesi için kullanılır.  ضِدّه ذَهبَ.
 (وَمَا تَفَرَّقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُ) البيّنة 4.
(Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler).
B) قَدِم إلى، القُدومُ : Varmak, önce gelmek. Genel olarak bir yerden ayrıldıktan sonra dönen yolcu için kullanılır.
ـ وَصَل رئيسُ الجُمهُورِية إلى أرْضِ الوَطَنِ قَادِماً مِن فَرَنسَا.
Cumhurbaşkanı Fransa'dan dönerek, vatan yurduna döndü.
C)  على: إتيانأتى، أتٍ veya الى ile gelmek ب ile getirmek veya vermek.Haber verdikten veya haberi olduktan sonra hemen gelen kişi için kullanılır.
(يأتُونَكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عليمٍ) الأعراف 7.
(Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler).
(وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ ) البقرة 23.
(Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin).
D) حَضرَ، حُضورٌ : Bir yere gelmek, hazır olmak, huzuruna varmak. Bir sözü,  anlaşmayı, şahitliği yerine getirmek için gelen ve orada bulunan kişi için kullanılır.
(أَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ ) البقرة 133.
(Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?)
E) وُصُولٌ ، وَصَلَ : Varmak, ulaşmak, erişmek. Bir yere gidip ulaşmak.
(فَمَا كَانَ لِشُرَكَائِهِمْ فَلَا يَصِلُ إِلَى اللَّهِ وَمَا كَانَ لِلَّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَائِهِمْ )  الأنعام 136.
(Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor!)
F) وَرَدَ، وُرودٌ : Haberin gelmesi, ulaşması için kullanılır. (ضِدّه صَدرَ صُدورٌ)
 (وَلَمَّا وَرَدَ مَاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَ ) القصص 23.
(Musa, Medyan suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu).
 
17-UYANIK OLMAK, KAÇINMAK VEYA DİKKATLI OLMAK:
A)الحَذرُ ،التَّحذيرُ َ، حَذَِر : Dikkatli olmak, hazırlıklı olmak. Tehlikenin olduğunu
bilmek. Tehlikeden ikaz etmek ve zararından sakınmak.
(يَجعلونَ أصَابِعَهم في أذانهم من الصَّواعقِ حَذرَ المَوتِ) البقرة 19.
(O münafıklar yıldırımlardan gelecek ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar).
B) الحِيطةُ،حَاطَ : Korumak, gözetmek, bakımını yapmak. Tehlikenin her yönünü bilmek ve hazırlıklı olmak için
 kullanılır.
(قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِنَ اللَّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلَّا أَنْ يُحَاطَ بِكُمْ ) يوسف 66.
(Ya'kub dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!")
ـ يَجبُ على النّاسِ الحِيطَةَ مِن العَدوِّ.Düşmandan korunmak her insan için gerekir.
C) التّجنُبُ،جنَّبَ : Sakınmak, uzak durmak. Kötülerden uzak durmak ve dikkatli olmak gereken şeyler için kullanılır.
(يا أيّها الذين ’منوا إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالْأَنْصَابُ وَالْأَزْلَامُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ ) المائدة 90.
(Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz).
D) التّيُقظُيَقظَ، : Uyanık olmak; uyanmak, tetikte olmak. Her an her şeyin olabilme ihtimal karşısında uyanık olmak. Uykudan uyandırmak içinde kullanılır.
(وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ ) الكهف 18.
(Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın).
ـ الإنسانُ يَجِبُ عليهِ أنْ يَكُون يَقِظاً من العَدوِّ.
Not:  Mecaz olarak bu kelimelerde benzer anlamda
 kullanılır.
 إنتبهَ (إلى،على)، الإنْتِباه، المُنْتَبِه ـ: Uyanık, dikkatli Olmak. Ufak tehlikelere karsı dikkatli olmaktır.
ـ يجب الإنتباه على كلّ ما يجري حولنا.Çevremizde olan bitenleri bilmemiz gerekir. 
الوَاعِ ـ  : Dikkatli, bilinci yerinde olanı duyup anlamak.
(لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ) الحاقة 12.
(Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye).
دَبَّرَ، التَّدبِير ـ : Tasarlamak, kurmak, yönetmek, tertiplemek,
 önlem alma, düzenleme.
(أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ أَمْ جَاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ آبَاءَهُمُ الْأَوَّلِينَ) المؤمنون 68.
)Onlar bu sözü (Kur'an'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?(
إستَعدَّ،  الإستعداد ـ : Hazır / istekli olmak, ل ile hazırlanmak.  Bir olaya karşı hazırlıklı olmak.
ـ  الإستعدادُ ليومِ الأخر من إحدى الأوامر الدينيّة.
(Ahirete hazırlanmak dini emirlerden biridir).
تأهَّبَ، التأهُّبْ ـ : Savaşa hazırlanmak.
ـ عَلى كُلِّ مُسلِم أنْ يَتأهبَ لِلحربِ .
Her Müslüman savaşa hazırlıklı olması gerekir.
 
18-HARAM, SAKINCALI VEYA YASAK OLAN:
A) حَرَّمَ ،الحَرامُ : Haram, yasak. Yapılması yasak olan veya Allah’ın yasak kıldığı emirlerini yerine getirmek için kullanılır. (ضِدّه الحَلالُ).       
(ولا تَقْتُلوا النّفسَ التي حَرَّمَ اللهُ إلاّ بالحقِّ) الأنعام 151.
(Ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın!)
B) كَرَّهَ ،المَكرُوهُ : Hoş olmayan, mekruh, sevilmeyen. Zararı olan bir iş veya yapılmaması gereken bir şey için kullanılır.
(كُلُّ ذلكَ كانَ سَيّئَهُ عِندَ ربِّكَ مَكروهاً) الإسراء 38.
(Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir).
C) المُنكَرُ،أنكَرَ : Çok kötü, iğrenç, inkar edilen. Kötü alışkanlık, sahih aklın ve şer΄in çirkin bulduğu işlere için kullanılır.
(إنَّ الصَّلاةَ تَنهى عن الفَحشَاءِ والمُنكرِ) العنكبوت 45.
(Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve ِKötülükten alıkoyar.
Not: Mecaz olarak bu kelimelerde benzeri anlamda
 kullanılır.
الحِجرُ ـ : Yasak. Engel.
(وَقَالُوا هَذِهِ أَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌ لَا يَطْعَمُهَا إِلَّا مَنْ نَشَاءُ)  الأنعام 138.
(Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez).
السُّحت ـ : Yasak, kanunsuz mal.  
(وَتَرَى كَثِيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ) المائدة 62.
(Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kadar kötüdür!)
قَبحَ، القبيحُ ـ : Çirkin, iğrenç. Toplumda gördüğü çirkin şey için
 kullanılır.
ضدّه الجَمِيل.
ـ لا تَفعل الأعْمَال القَبيحة وإذا فَعلت ذلك فلن يُحبك الخَلقُ ولا الخَالِقُ.
Çirkin işler yapma, şayet yaparsan ne halk ve nede halik seni asla sevmez.
المَحظُور ـحظَّرَ    : Sakıncalı olan şeyler için kullanılır.
(وما ربُّكَ كانَ محظوراً) الإسراء 20.
(Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir).
مَنَعَ ، المَمْنُوعُ ـ : Yasak. Bir iş yerin, doktorun veya bir toplumun koyduğu yasaklar.
(قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ) الأعراف 12.
(Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?)
ـ مَمنُوع التّدخين فِي مَحطّات البَنزِين.
Benzin istasyonlarında sigara içmek yasaktır.
 
19-HARAM, SAKINCALI VEYA YASAK OLMAYAN:
A) الحَلالُ،حَلَّلَ : Helal. İslam dininde izin verilmiş olan şey, yapılmasında sakınca görünmediği şeyler için kullanılır. Dini terimdir. (ضِدّه الحرامُ)
(يا أيّها الذين آمنوا كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا) البقرة 168.
(Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yiyin).
B) المُباحُ،أبَاحَ : Yasak olmayan, mubah fiil. İslam dininde, yapılmasın da veya yapılmamasın da sakınca görünmeyen şeyler için kullanılır. Dini terimdir.
ـ أبَاحَ الإسلامُ تعدُّدالزّواج في الحَالاتِ الخاصّة.
İslam çok eşliliği özel durumlarda mubah kılmıştır.
C) الجَائزُ، الجَواز،أجازَ، جَازَ : Caiz, mümkün. İslam dinine göre yapılmasına izin verilmemsi ve serbest kılınmış şeyler için kullanılır. Dini terimdir.
ـ أجَازَ اللهُ المَسحَ على الخُفيّن.Allah, çorap üzerine mesh etmeyi caiz kılmıştır.     
D) ب: المَسمُوحُ ،سَمحَ، السّماح  ile yapma yetkisi vermek. Kişilerin veya topluluğun serbestçe bir yere girme veya bir şeyi yapma yetkisinin verilmesi için kullanılır.
ـ مَسمُوح الدّخول إلىقاعة المكتبات. Kütüphanelerin salonlarına girmek serbesttir. 
E) المُرخَّصُ، التَّرخيصُ،رخَّصَ : İzin, yetki, ruhsat, lisans. Kişilerin veya topluluğun, girmek veya kullanmak için alınan ruhsat veya izin için kullanılır.
ـ يُمكنك الإنتماء إلى الأحزاب إذا كانت مُرّخصة من الجِهات الرّسميّةِ.
Partilere üye olman mümkündür, şayet resmi yerlerden izin almışsa.
 
20-HAPSETMEK, ALI KOYMAK VEYA GÖZALTINA ALMAK:
A) الحَبْسُ،حَبسَ : Tıkmak, kapatmak ve hapsetmek. Görülmeyen bir yere kapatmak, bir süre tutmak ve kimse ile görüşmemek.
(فأصابتكم مُصيبةُ الموتِ تَحبِسُونَهُما مِن بَعدِ الصَّلاةِ) المائدة 106.
(Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra
alıyor).
B) السِّجنُ،سَجنَ : Hapsetmek. Hücrede veya hapishanede bir süre tutmak, başkaları ile görüşme hakkı vardır.
(قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ )  يوسف 33.
(Yusuf: Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir!)
C) الحِجزُ،حَجَزَ : Bırakmamak, engel olmak; tıkamak. Geçici, engel kalkana kadar tutuklamak, bir yerde gözaltına alınmak.
ـ حجز الشّرطيُّ الخصمان.
(İki deniz arasına engel koyan mı?)
D) التّوقيفُ،أوقَفَ ،الإيقافُ : Nezarethane de tutuklama. Mahkemeye gidene kadar tutuklama.
(وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ الْقَوْلَ) سبأ 31. 
(Sen o zalimleri, Rablerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerine söz atarlarken bir görsen!)
E) إعتقلَ، الإعتقالُ : Gözaltı, Hapis etmek. Elini veya ayağını
 bağlayarak tutuklamak; Özellikle siyası mahkûmlar için ve ağır ceza alanlar için kullanılır.
ـ إعتقل الشّرطي المُجرمَ.
Polis suçluyu tutukladı.
Not: Mecaz olarak bu kelimelerde benzeri anlamda kullanılır.
الأغلال ـ  Eline kelepçe vurmak.
القيود ـ Belirleme; sınırlama, bağlamak.
الأسر ـZincir ile başlamak; esir almak.
 
21-HABER VERMEK, ANLATMAK VEYA KONUŞMAK:
A) خَبَرَ، الخَبرُ : Haber, bilgi, mesaj, rapor vermek. Daha
 kapsamlı sözlü veya yazılı, yalan veya doğruluk ihtimali
 olan haberi vermek için kullanılır.
(كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا) الكهف 91.
(İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık).
B) الحَديثُ، التَّحديثُ،حدَّثَ : Bildirmek, bahsetmek. Sözle
 başkasının dediklerini Aktarmak. Haber vermek.
(وأن عَسىَ أنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ أَجَلُهُمْ فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ)  الآعراف 185.
(Ve ecellerinin yaklaşmış olabileceği hususunda
 düşünmediler mi? O halde Kuran’dan sonra hangi söze
inanacaklar?)
C) النّبأ،نبّأ : Haber veya duyuru bildirmek. Büyük ölçüde faydalı ve doğruhaberi bildirir.
(وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ ) يونس 71.
(Onlara Nuh'un haberini oku).
D) الكَلام،كلَّم  :Konuşma, söz, darbı mesel ve cümle şeklinde ifade edilen konuları anlatır.(ضِدّه السُّكوت) 
(فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكِينٌ أَمِينٌ) يوسف 54.
(Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi).
E) الرِّوايةُ،رَوىَ : Hikâye, masal, roman, hadis gibi konuları
anlatmak veya aktarmak.
ـ رَوى الرّاوي الرّوايةَ للطلابِ.
Ravi rivayeti öğrencilere anlattı.
F)صَدَعَ ،الصَّدْعُ  : Açıkça söylemek ve zorlukları aşmak. Sesli olarak ifade edilir.
(فَإصْدَع بِمَا تُؤمَر) الحجر 94.
(Sana emir olunanı açıkça söyle).
 
22- KARŞI KOYMAK, ANLAŞMAMAK VEYA DÖVÜŞMEK:
A) الخِلافُ، المُخالفةُ(إختلفَ، يختلِفُ ،إختلاف) خَالَفَ: Ayrılığa düşmek, farklı olmak, ayrı olmak, çelişme, Tartışmalı geçen görüşler için
 kullanılır.
(فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ) المائدة 48.
(Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeylerin (gerçek tarafını) O haber verecektir).
B) النِّزاعُ، المُنازعةُ،نازَعَ : Çekişme. Kavgalı ve ölümle karşı karşıya gelen ve bir problemi çözmeyen çekişme.
(وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ) الأنفال 46.
(Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da
kuvvetiniz gider).
C) الصِّراعُ،صَارعَ : Dövüş. Birini yere vurarak, yıkarak
 dövüşmek.
(فَتَرَى الْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَى كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ) الحاقة 7.
(O kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere
 serilmiş halde görürdün).
D) الخُصُومةُ ،الخِصامُ،خَاصمَ : Tartışma, düşmanlık. İki kişi arasındaki husumetten dolayı küsmek ile biten bir tartışma.
(وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا) النّساء 105.
(Hainlerden taraf olma!)
(وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً) الكهف 54.
(Hakikaten biz bu Kuran’da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır).
D)   عَادَى، المُعَاداة: Düşmanca davranmak, karşı çıkmak.
(عَسَى اللَّهُ أَنْ يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذِينَ عَادَيْتُمْ مِنْهُمْ مَوَدَّةً) الممتحنة 7.
(Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir).
E) المُشَاجَرة، الشّجار : Kavga, münakaşa, tartışma.
 
( فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا) النّساء 65.
(Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar).
F) المُحَاجَجَة ، يَتَحَاجُّونَ : Sözlü tartışma.
(وإذا لَقُوا اللّذين آمنوا قَالُوا أَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَاجُّوكُمْ بِهِ عِنْدَ رَبِّكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ) البقرة 76.
 (Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması
 haricinde bir münakaşaya girişme).
G)شَاقَ، المُشَاقَةُ  : Zorluk çıkarmak, sıkıntı vermek.
(ومن يُشاقِق الرَّسُولَ مِنْ بَعدِ ما تَبيَّنَ لهُ الهُدى) النّساء 115.
(Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar).
K)  نَاقَشَ، المُنَاقَشَة: Bilimsel konuları tartışmak, karşı çıkmak.
ـ ناقشتُ الأستاذَ في الدّرسَ .
Öğretmenle derste  tartıştım.
 
23-KORKMAK, ÜRKMEK VEYA PANİKLEMEK:
A) الخَوفُ،خَافَ : Korkmak. Bir olayın olması, zararın gelmesi iter kendisine veya yakınına gelmesinden dolayı korkmak, ve korkunun özelliği kısa sürmektedir.
(فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ) البقرة 38.
(Her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler).
B) الرَّهبَةُرَهَبَ، : Korku, huşu. Şiddetli ve devamlı olan bir korku.
(لَأَنْتُمْ أَشَدُّ رَهْبَةً فِي صُدُورِهِمْ مِنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ) الحشر 13.
(Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah'a olan
 korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur).
C)  الفَزَعُ،فَزَعَ : Şiddetli korku. Tehlikeyi görmeden korkup
 kaçmak.
(لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ) الأنبياء 103.
(En büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz).
D) الهَلعُ،هَلَعَ : Tedirgin, kaygılı, şiddetli korku. Sabırsızlık
 gösterip telaşlanmak. (الفَزَع) kelimesin den da­ha etkili
 çünkü bilinmeyen bir korku.
(إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا) المعارج 19.
(Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır).
E) الرُّعبُ،رَعَّبَ : Korkmak, ürkmek. Yalnızlık veya yok olma
 korkusu.
(سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ ) الأنفال 12.
(Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım).
F) الخَشيَةُ،خَشيَ : Allatan korkusu.
(فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ) المائدة 44.
(İnsanlardan korkmayın, benden korkun).
G)  وَجِلَ، وَجَلٌ: Ürkmek.
(إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللَّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ ) الأنفال 2.
(Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen).
H) جَزَعَ، الجَزْعُ : Kaygılı, kederli olmak.
(إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا) المعارج 20.
(Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder).
Not:  Bu kelimelerde benzeri anlamda kullanılır.
إرْتَاع َ،الإرْتِياعُ ، الرّوُع ـ : Ürkütmek, huşuda olmak, korkmak.
(فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ الرَّوْعُ وَجَاءَتْهُ الْبُشْرَى يُجَادِلُنَا فِي قَوْمِ لُوطٍ) هود 74.
(İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût
 kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı).
جَبُنَ ، الجُبن ـ : Korkak olmak. Korkusundan çıkmama, kendine kapanma.
: هَابَ ، المَهابةٌ ـ Korkmak, çekinmek.
ذَعَرَ ، الذُّعر ـ  : Korku, panik, ürkme.
ـ الأعداء في ذُعرٍ دائم.
Düşmanlar devamlı ürkme halındadırlar.
هَولَ ، الهَول ـ  : Korku, güç.
 
24-ANLAŞILMAK,ORTAYA ÇIKMAK VEYA BELLİ OLMAK:
A) الظَّاهِرُ، أظْهَرَ، إظْهَارَ،ظَهر : Görünmek, belirmek, çıkmak. Bir
 canlının bir şeyin arkasından görülmesi, meydana gelmesi için kullanılır. الظّاهرKelimesi Allahın sıfatındandır. (ضِدّه البَاطِن)
 (هُو الأوّلُ والآخِرُ والظّاهِرُ والباطِنُ وهو بكلّ شيءٍ عليم) الحّديد 3.
 (O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir).
(قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ ) الأعراف 33.
( De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve
 haksız yere sınırı aşmayı haram kılmıştır).
B)/ أبرزَ الإبرازالبَارِزُ،بَرزَ : Belirmek, çıkıntı yapmak, meşhur
olmak, üstün olmak. Birden ortaya çıkmak göstermek,
 teşhir etmek.
(وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا) الكهف 47.
(Ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini
 bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış
 olacağız).
C) البيِّنُ،بيَّنَ : Açıklamak, göstermek. Açıkça belirli bir şeyi
 göstermek. 
 المُبين: Açıkça belli olana denir.
 (يُرِيدُ اللَّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ) النّساء 26.
(Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden
öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı
 bağışlamak istiyor. Allah hakkıyla bilicidir, yegâne hikmet
sahibidir).
D)  بَانَ، البََيانُ : Açıklık, açıklamak, izah etmek. Kapalı olanları
 açıklamak.
(هَذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّقِينَ) آل عمران 138.
(Bu (Kur'an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ
 sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür).
Not:  Mecaz olarak bu kelimelerde benzer anlamda
 kullanılır.
 طَلَعَ، الطّالِعُ ـ: Ortaya çıkmak.
(وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ ) آل عمران 179.
(Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir).
إتَّضَحَ، الإتّضاحُ ـ : Açıklığa kavuşmak.
ـ يتّضِحُ من كلامِهِ أنّه على حق.
Haklı olduğu konuşmasından açıkça belli oluyor. 
 خَرجَ، الخروج، الخَارِج ـ  : Kapalı bir yerden çıkmak. Canlıların,
 belirli bir yerden dışarı çıkmakları veya görünmeleri için
 kullanılır.   ضِدّهُ الدَّاخِل  
 (وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ) البقرة 167.
(Ve onlar artık ateşten çıkamazlar.)
 
25-GİRMEK, NÜFUZ ETMEK VEYA ZORLUKLA GİRMEK:
A) الدَّاخِلُ،دَخلَ : Girmek. Bir yere girmek veya katılmak için kullanılır.(ضدّه الخارِج) .
(قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّ فِيهَا قَوْمًا جَبَّارِينَ وَإِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتَّى يَخْرُجُوا مِنْهَا فَإِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَإِنَّا داخِلون) المائدة 22.
(Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz).
B) النَّاِفذُ،نَفذَ : Delmek, geçmek. Bir şeyi delerek girmek veya varmak, bununda çok zor olduğunu ifade eder.
(يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنْفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانْفُذُوا لَا تَنْفُذُونَ إِلَّا بِسُلطان) الرّحمن 33.
(Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin
 çerçevesinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin.
 Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz).
C) الإخْتِراقُ،خَرقَ : Yırtmak, delmek, delip geçmek. Bir yeri zorla delip geçmek. bozarak geçmek. Ve giren kişiye  الخارق denir.
(فَانْطَلَقَا حَتَّى إِذَا رَكِبَا فِي السَّفِينَةِ خَرَقَهَا قَالَ أَخَرَقْتَهَا لِتُغْرِقَ أَهْلَهَا لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا إِمْرًا) الكهف 71.
(Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri
 zaman o (Hızır) gemiyi  deldi. Musa: Halkını boğmak için
mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! Dedi).
D) الشّقُّ،شَقَّ : Yarmak, deşmek, (araziyi) sürmek, (bir bölgeyi) geçmek. Bir yere saldırarak yarıp onun arasından
 geçmek.
 (ثُمَّ شَققنا الأرضَ شَقّاً) عبس 26.
(Sonra, bitkilerin çıkmasıyla yeryüzünü güzel bir şekilde
 yardık).
E) التّغلْغُلُتَغلغَلَ في، : Girmek, nüfuz etmek. Bir yere veya
 düşmanların arasına haber vermeden gizli bir şekilde
 zorluklar içinde girmek.
ـ تغلغل الجاسُوسُ في صُفوفِ المواطنينَ.
Vatandaşların arasına casuslar girdi.
 
26-İDDİA ETME, İSPATTA BULUNMAK VEYA SAVUNMAK:
A) إدّعى ، الإدِّعاءُ : İddia etmek, bir şeyi istemek, (mahkemede) şahitlik etmek, (على b-i ب bş ile veya bş ile) itham etmek. Yanlış veya doğru delili ortaya koyarak kendice doğru savunma için kullanır.
ـ يدّعي المتّهم بأنهُ بريءٌ .
Sanık suçsuz olduğunu iddia ediyor.
B) زعمَ، الزَّعمُ : İddia etmek, zannetmek, kabul etmek. Delilsiz
 ve ispatsız bir olayı doğru sanmaktır.
(أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ ) النّساء 60.
(Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi?)
C) إحتجَّ ب، الإحتجاجُ : Mazeret göstermek, delil getirmek. Doğru delillere sahip olup kendini savunmak.
(مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَنْ قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ) الجاثية 25.
(Doğru sözlü iseniz atalarımızı getirin, demelerinden başka
 delilleri yoktur).
Not: Mecaz olarak bu kelimelerde aynı anlamda kullanılır.
أثبتَ، أثبت على ـ : kesinleştirmek, ispat etmek.
(وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ)  الأنفال 30.
(Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri
 yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak
kuruyorlardı).
برهنَ، برهنَ على ـ : Kanıtlamak, ispatlamak.
(قُل هاتوا بُرهانكم إن كُنتم صَادِقين) البقرة 111.
(Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi
 getirin, de).
 
 
  SİTEMİZİ 192176 ziyaretçi...ZİYARET ETMİŞTİR!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol